Interstellar: Üçüncü Bölüm

Interstellar’ı konuştuğumuz üç bölümlük podcast serimizin final bölümüyle karşınızdayız! Bu bölümde artık konuşmadan geçemeyeceğimiz konulara odaklanıyoruz. Filmin nasıl bir proje olarak doğduğundan,Kip Thorne veChristopher Nolan arasındaki bilim ve sinema işbirliğine, Interstellar’ın çekim mekanlarındanHans Zimmer’in efsanevi müziklerini nasıl bestelediğine kadar her detayı ele alıyoruz. Tabii ki Oscar ödülleri ve filmin hak ettiği değeri ne kadar bulduğu konusunda da düşüncelerimizi paylaşıyoruz.
Açıkçası, bu serinin bitmesini istemediğimiz için yeni bir bölüm çekmek için kendimize bahaneler aradık! Ama artık veda vakti... Bu arada, Erkan’ın ilk bölümde bahsettiğiDust Bowl belgeseli ve final bölümünde önerdiğiLa Jetée.
Eğer üç bölümü de bizimle birlikte dinlediyseniz, size kocaman bir teşekkür borçluyuz! 🎈 Interstellar’ın büyüsünü birlikte keşfetmek inanılmaz keyifliydi. Şimdi geriye tek bir soru kalıyor:"Bizler burada ne arıyoruz?" 🚀✨

Bölüm İncelemesi

Bayağı bir film var benim aklıma gelmedi. Herhalde Batman serileri falan da öyle. Yakın zamanda Oppenheimer'ı bir IMAX için çekilmiş. Hatta o daha da farklıydı galiba. Bu arada teknik detayı bilmediğim için sonra konuşuyoruz dedim. Benim de IMAX ile ilgili çok bir fikrim yok ama yani büyük ekran işte kocaman içinde hissediyorsun falan. Benim tek algılayabileceğim şey bu. Okey. O zaman proje kısmından ben biraz bahsedeyim Erkan sana. Çok şaşıracağın bilgiler öğrendim ben bu bölüm için hazırlanırken. Birincisi bu film aslında Steven Spielberg için çekilmiş. Daha doğrusu tasarlanmış bir film. İlk başta 2007 zamanında. Dreamworks bu filmi Nolan'ın kardeşine adını unuttum. Kardeş Nolan'a sipariş veriyor. Kardeş Nolan bu filmi yazmaya başlıyor. Ve film çekilme zamanına geldiği zaman. Dreamworks Paramount'tan ayrılıyor. Yani bunlar sister company iken birden ayrı şirketleri olmaya başlıyor. Tam bu sırada Steven Spielberg Dreamworks yönetmeni. Ve ayrıldığı için projenin dışına çıkıyor. Kendi isteğiyle. Projeyi daha fazla götürmek istemiyor. Tabi ne oluyor Nolan kardeş orada ağırlığını koyuyor. Warner Bros. ve Paramount birleşiyor. Ve Christopher Nolan'ı yönetmen koltuğuna getiriyor. Christopher Nolan filme geldiği zaman da senaryoyu okuyor. Senaryoyu çok beğeniyor. Ama kendi film algısına göre tekrar kardeşiyle beraber yazmaya başlıyor. Yazmaya başlarken biraz daha bilimsel içerikler filmin içine koymaya başlıyor. Çünkü Spielberg için yazılırken daha duygusal daha kişisel ikili konuşmalara ya da karakterlerin hikayelerine yönelik bir filmken. Onu biraz daha bilimsel bir kısma götürüyor. Daha sonra da film çekilmeye başlıyor. Film 3 yerde çekiliyor temel olarak. Birincisi filmin başındaki Mısır sahneleri Kanada'da çekiliyor. Man'in adasına gittikleri kısımlar İzlanda'da çekiliyor. Filmin geriye kalan her kısmı da tabii ki stüdyoda çekiliyor. Benim production ile ilgili ya da projeyle ilgili seni şaşırtacağımı düşündüğüm bilgilerim bu kadar. Şaşırdın mı? Çok şaşırdım. Hiçbirini bilmiyordum. Şey gibi nasıl Cooper'a, Cooper geçmişe mesaj yolluyorsa. Galiba birisi de. Gelecekten bir tuşa basmış bir şeyler olmuş. Ve sonrasında bu filmi Nolan çekmiş diye söyleyebilirim herhalde. Benim sana şaşırtıcı belki bilgi diye sonrasında vereceğim belki bir şeyler olabilir. Bir ekstra filmden bahsedeceğim. Ama onun haricinde gerçekten bu bilgiler benim için çok aşırı şaşırtıcı oldu. İyi olmuş. Ben tabii buradan sana pas atayım. Nolan gelirken tek başına gelmiyor. Paket olarak geliyor. Nolan'ı bir filmi alıyorsan. Nolan'ın istediklerini yapacaksın. Bunlardan birisi de galiba müzik. Aynen. Hans Zimmer'in olaya dahil olması belki. Ya bilmiyorum öncekinde de belki dahildi. Ama Nolan'ın bu filmde hatta YouTube'da da bulabileceğimiz böyle konuşmaları var. Nasıl müzikler oluşturuldu minvalinde. İlk başta işte bir yazı gönderiyor. Bir mektup gibi bir şey. Sonrasında diyor ki ben böyle bir film çekeceğim. Ama filmin arkasında bunun bir bilim kurgu olup olmadığı ya da bir hangi janraya ait olup olmadığıyla ilgili hiçbir bilgi yok. Hatta gönderirken de galiba. Baba erkek çocuk ilişkisi olarak gitmiş galiba mektup. Yani orada Hans Zimmer de bilmiyormuş olayı. Sonrasında işte ilk müzikleri beslenmeye başlanıyor. Tabii sonradan ortaya çıkıyor tabii ki işte geri kalan sahnelerin, müziklerin vesairesinin de yaratılması var. Ama Nolan'ın kafasındaki şey şu. Yani bunun bilim kurgu olarak o bilinçle gittiğinde daha farklı bir şeyler çıkacağını düşünüyor. Ve öyle olmaması gerektiğini düşünüyor. Bunda da haklı. Zaten film genel itibariyle. Bilim kurgu olup olmadığını düşünüyor. Bilim kurgu olarak değerlendirilse de asıl anlattığı şey sevgi. O yüzden çok çok iyi bir iş yapmış diye söyleyebiliriz belki. Orada şey çok dikkatimi çekmişti. Filmin müziklerini bestelerken Hans Zimmer bu kiliselerde mi oluyordu? Orgunları kullanıyor. Türkçesi var mı bilmiyorum. Org. Kısaltılmış. Ne kullanıyoruz? Aynen. Orgunlar var. Org. Kilise orglarını kullanıyorlar orada. Ama onun yapısına baktığında Hans Zimmer şöyle bir şey söylüyor. Bu aslında bir sintesizer. Yani elektronik bir şey yok orada ama bir şeyi sintliyorsun. O sintlediğin şey de hava. Bazı böyle çekilen şeyleri falan var. Yani hava olduğu zaman içinde çalışıyor. Uzatıyorsun, kısaltıyorsun falan. O sintesizeri bir şekilde ayarlıyorsun. O çok ilginç gelmişti bana. Onunla çalışabilmesi, onun için yeni bir şey olmuş. Onu algılamaya çalışıyor falan. Orada da bunu kilise orgunu çalan bir başka müstüisyen daha var. Beraber yapıyorlar. Ve benzetmeyi şey üstünden kuruyordu. Yani nefes alma. Nefes vermeye falan üstünden kuruyordu. Org da aynı şekilde bunu yapıyor diyordu. O çok ilgimi çekmişti. Bir de eğer bunu mesela o kilisedeki bu orgda beslenmeseydi acaba bu kadar büyük bir etki yaratır mıydı? Onu da düşünüyorum bazen. Çünkü Nolan o YouTube videosunda şeyden de bahsediyor. Kilise işte büyük bir yapı. Bizim inşa ettiğimiz bir şey. İnsanlığın inşa ettiği büyük büyük yapılar falan. İçinde de böyle bir şey var. Oraya göndermelerde bulunuyordu. O yüzden müzikal anlamda da etkilediğini söyleyebilirim. Yani film boyunca o orgun etkileyebiliyor. Kesinlikle bence herkes yaşadı. Ve şu an mesela Interstellar deyince aklıma hemen o müzik geliyor yani. Herhalde herkesin aklına o geliyordur. Sen bu mektup hikayesini Succession'da anlatmıştın aslında. Oradan aklımda kalmıştı. Ibex de şey eklemesi yapmıştı mesela Tarantino'nun müziklerini filmdeki müziklerini dinlediğin zaman sahneler aklına geliyor. Aslında bu filmde de öyle. Direkt sahnelere geçelim bence. Olur. Ben mesela şeydeki şarkıya çok bayılıyorum. Dönerken mi? Endurance'a bağlanma sahnesindeki. Orada müzik resmen beni ekrana kilitleyen unsurlardan birisi oluyor. Soruyu sormuş oldun mu şimdi? Soruyu soramadım. İşte hani bunun gibi senin özleştirdiğin beğendiğin bir sahne müzik ikilisi var mı? Belki senin de budur hani. Var yani tabii ki. Senin de belki aynı. O Duck'in yani o bağlanma olayındaki çalan müzik. Çünkü tam o anda herkesin böyle nefesini tutup beklediği yerde müzik giriyor. Ve müzik gerçekten işte Ork'la giriyor o kilise orada. Oraya girmeye başlıyor ve onu dinlemeye başlıyoruz. Ve heyecanımız bu da boşa çıkmıyor. Hakikaten tutunuyoruz. Tekrardan o Endurance'ı itelemeye başlıyor. Herhalde müzik altta durmuyor. Yani ayrı bir film gibi onu da kulaklarımız dinliyor. Öyle söyleyebilirim. Çünkü mesela o su dolu gezegene gittiklerinde arkada çalan o tiktak başka hiçbir şey yok yani. Sadece bir şey tikliyor. Ve biz onu duyuyoruz. Ve onu duyuyoruz koskocaman bomboş bir gezegen izliyoruz. Tek bir karası bile yok. Hiçbir şey yok. İzlenecek hiçbir şey yok. Belki ufak tefek bir şeyler var olaylar oluyor falan. Ama arkada onu izliyoruz. Diğerini dinliyoruz. O iki sahneyi söyleyebilirim. İkisi beni çok etkilemişti. Men'in gezegenindeki o tiktak sahnelerinin yanında yer çekiminin çok yüksek olduğu için daha derin nefes alışverişi oluyor. Onu da duyuyorsun. Böyle şeyleri çok iyi birleştirmişler aslında. Çok çalışılmış şeyler. Filmin müzikleri de ve görselleri de sanki böyle tek tek seçilmiş gibi. Hani pazara gidip seçmece bir şeyler alıyormuşsuncasına yani. Her şeyde bir bağlantı sezinleyebiliyorsun. Belki sonra sonra ayırdığına varabiliyorsun. Ya da işte çok fazla film izlersen ya da işte çok fazla kritik okursan bunların ayırdığına varmaya başlıyorsun ama. Mesela Tars'la robotların mesela monolit gibi olması kesinlikle monolite göndermeye yani Spesodisya'ya bir göndermeye. Yani gönderme demeyin de ona bir şey diyorlardı. Yani onu anma. Saygı duruşu. Aynen. Bütün izlediğimiz sekanslarda biz bunları görüyoruz. Hatta şeyden bahsetmiştim. Endurance'ın böyle havada süzülürken, dönerken ki hareketinin böyle bir dans gibi olduğunu düşünüyordum. Aynı zamanda Spesodisya'yı da böyle bir dans etme şeyi var. Arkadan gelen müziğin sana verdiği olan his var. Bence bunların hepsi o filmi de anmasını sağlamış diye düşünüyorum Nolan'ın. Aynı zamanda Nolan'ın filmi çekerken çoğunlukla gerçek olan öğeleri kullanmaya çalışması. Her şeyi gerçeğe en yakın haliyle kurgulamaya çalışması. Bilimsellikten hiçbir zaman kopmaması. Çok ilginç. Mesela filmde hiçbir yerde biz şey görmüyoruz. Yapay yaratılmış bir yerçekimi yok. Bunu şöyle söyleyeyim. Mesela bir film izlerken eğer yerçekimsiz ortamda hareket eden birilerini görüyorsa benim aklıma ilk şey geliyor. Bunu nasıl çekmişler acaba falan diye bir şey gelmeye başlıyor. Bu filmde öyle bir şey olmadı. Yani çünkü bu filmde hiç onun üstüne bir yorum yok yani. Hani havada süzülüyorum falan yok. O Endurance'un dönmesi bile bizim her şeyi yerçekimli olarak algılamamızın nedeni oluyor. Bu nokta biraz zor bir nokta ama şunu demeye çalışıyorum. Filmi ilk izlediğin zaman neden Endurance içinde süzülüyorlar sorusunu sormuyorsun. Çünkü filmin akışına gidiyorsun. Ama sonra düşündüğün zaman uzayda bunlar gidiyorsa bunların süzülmesi lazım. Ayakları üzerinde duramazlar diyorsun. Daha sonra araştırma yapınca aslında neden yürüdüklerini anlıyorsun. Endurance'un neden döndüğünü falan anladığın zaman. Bu açıklamaları vermemesi normal seyirciyi sıkabilir. Belki bu filmi biraz daha nerdlerin sevmesine yol açacak bir film yapabilir belki. Çünkü ben o soruları ikinci izleyişimde sormaya başlamıştım kendi kendime. Daha sonra araştırıp öğrenmeye başladım. Çünkü kafam o kadar basmıyor. Sonuçta uzayda nasıl gidilir hiçbir fikrim yok. Bu niye dönüyor hiç? Dönmesine hiç gerek yok. Normal durursa olmuyor mu? Evet yani dönerek aslında... ...yağ çekimini oluşturuyor ve insanlar içinde doğru düzgün yürüyebiliyorlar muhtemelen. Ona göre bir dönüş çapı var. Nasıl dünya dönüyor biz içinde? Orada da öyle bir durum söz konusu. Hatta sonrasında filmin içerisinde oluşturulan silindirde de... ...insanları getirmişler ya artık. Orada da mesela onun silindir olması... ...onun döndüğü anlamına geliyor aslında. Niye silindir yani? Tabi artık bu bilim kurgu okuyan adamlar için... ...benim gibi insanlar için çok normal bir şey. Çünkü senelerdir bunları okuyoruz. Sadece işte filmlerini görerek hayal etmemizi sağlıyorlar. Ama dediğin gibi yani... ...nasıl oluyormuş bu diyenler de var yani senin gibi. Çok haklısın. Hiç onu düşünmemiştim. Hiç böyle düşünmemiştim yani. Kapanda ufak soruları olduğun zaman... ...hikayeyi çürütüp filmi beğenmemeye başlıyor insan beynine otomatik olarak. Ama filmi izlerken bu sorular hiç aklıma gelmedi. Ama normalde herhangi bir şey gördüğüm zaman... ...böyle alakasız ya da beynime yatmayan bir şey olduğu zaman... ...şılak diye söylüyorum. Ya bu film aslında beni oturtup izletmiş... ...bunları sordurtmamış. O çok güzel bir şey. Benim için zor çünkü ben bilim kurguyu seven bir insan değilim. Çok ilginç. O yüzden çok güzel. Bana da tam tersi. Yani havada süzülen insan olmadığı için... ...hiç yabancı gelmemiş bana. Tabi ki süzülmeyecek. Tabi ki süzülmemesi gerekiyor. Ama normalde herhangi bir uzayda geçen bir filmde... ...havada süzülmeyen bir eleman bugüne kadar gördük mü? Ben gördüğümüzü düşünmüyorum. Yok işte Apollo 13 falan izlersen anca onlar... ...yoksa onlar için de hiçbir şey yok yani. Çok ilginç. Erkan ben şuradan alayım. Sen biraz önce güzel bir şey dedin. Bu filmdeki her sahne sanki gidip pazardan özenli seçilmiş gibi dedin. Casting de aslında biraz öyle. Yani ben kafaya şeyi çok takıyorum. Sevdiğim filmde bu rolü bu değil de bu oynasaydı dediğim... ...hani kendimi bu soruları sorarak düşünürken çok buldum. Ama bu filmde hiçbir oyuncu yerine hiçbir oyuncuyu yakıştıramadım. Casting'i inanılmaz güzel yapmış zaten. İkinci bölümde konuşmuştum. Çocuk karakterlerin birinci işte 6 yaşındaki Murph ile 30 yaşındaki Murph, 80 yaşındaki Murph aynı. Şapka çıkarılacak oyunculuklar da var bence. Ben bütün oyunculukları filmi çok izlediğim için hepsine desaylı teker teker bakıyorum. Hepsi gerçekten çok iyi oynamışlar. Karakterlerin çok hakkını vermişler. Ya tamamen katılıyorum. Murph'ün üzerinde durulması da yani bir önceki bölümde söylediğim... ...gençliğindeki Murph'ün ekrana bakarken işte o yüzünün ifadesi falan... ...direkt bana çocukluğunu hatırlatıyor Murph'ün. Ya oradaki zaman... Öyle de olması gerekiyor herhalde. Yani Nolan böyle düşünmüş yani. Bundan başka türlü çekilmez bu demiş belki. Çünkü zamanla ilgili bir şey çekiyorsun. Sonra işte bir casting yapıyorsun. Birbirine benzemiyorlar. Ya da işte bir casting yapıyorsun ama... ...birbirlerine benziyorlar ama oyunculuklar çok kötü. Birisi iyi birisi kötü falan. Saçma olur. Ya da ne bileyim küçük Murph ile büyük Murph çok ayrı tellerden çalıyor. Olmaması gerekiyor. Aslında bakarsan aynı özellikleri taşıyarak devam etmeleri ne beklersin. Belki bu da şeydir. Intercept. Inception'da ne oluyordu? İşte eğer bir rüyanın içindeysen... ...birisi onu değiştirmeye çalışıyorsa... ...bir farklılık olarak sezinmeye başlıyorsun ve rüyadan uyanıyorsun. Belki de Nolan dedi ki yani... ...interestler aslında bir insanlara gördürmeye çalıştığın bir rüya. O yüzden hiçbir şekilde bunu içeriden bozacak bir şey olmamalı. O yüzden belki de castingi bu kadar iyi hallettiler. Çok iyi halletmişler. Ben oturdum bir de baktım hani kim ne kadar Oscar almış bu filmden önce gibisinden. Matthew McCann'ın... ...hiçbir şey yapamadım. Yani bir tane Oscar'ı var. O da Interstellar'dan önce 2013'te almış bu arada. O da Dallas Buyers Club'da galiba. Orada harika oynuyor zaten. Bu filmde de bence harika oynuyor. Ben o zaman Oscar'ı verirdim. Neyse. Dr. Brandy Anne Hathaway oynuyor. O da bir Oscar almış bundan önce. Babası Michael Caine onun iki Oscar'ı var. Koçum benim zaten adam 90 yaşında. Matt Damon ve Casey Affleck. Matt Damon zaten bizim man. Dr. Man. Onun da bir Oscar'ı varmış daha önceden. Casey Affleck de en iyi oyuncu Oscar'ı kazandı. O da Manchester By The Sea. O da benim çok sevdiğim bir film. Buradaki ana karakterlerin hepsi çok güzel seçilmiş. Bayağı para harcanmış. Bu arada ne kadar para harcanmış, ne kadar gişe yaptı bu film bilmiyorum ama... ...herhalde Warner Bros için iyi bir projedir. Ya da kar getiren. Hala para basıyor çünkü. Parasıyla ilgilenmiyoruz biz herhalde şu aşamada. Arkadaş sana ekstra bir bilgi daha vereyim. Belki biliyorsundur. Sen görsellikten bahsettin. Görselliğin ne kadar güzel olduğundan. Bu görselliğin arkası aslında boş değil. Buradaki yerçekim olayları... ...işte biraz önce söylediğin Cooper istasyonu dönmesi... ...ya da tesserahattaki sahneler falan. Christopher Nolan'ın yakın bir arkadaşı var. Kip Thorne diye bir tane bilim insanı. Bu bir fizikçi. Ve 2017'de Oscar alıyor. Oscar aldığı konu da yerçekimi dalgalarının keşfi. Nobel. Nobel pardon Oscar mı dedim. Oscar'ı da 2017'de vermiş olmaları lazım. 2017-2018 gibi Oscar'ı. Christopher Nolan Kip Thorne'ı senaryoyu güncelleme zamanında çok yakın çalışıyor. Daha sonra filmi çekerken de baya ondan faydalanıyor. Mix kısmında, post production kısmında da çok yardımcı oluyor. Ve hatta Hans Zimmer'e, senin dediğin o mektupları yazdıktan sonra... ...bu filmin konseptini anlatma konusunda da baya onlarla yakın görüşmelerde bulunuyor. Kip Thorne yani anlayacağın... ...hem bu konuda Nobel'i kazanıyor. Yerçekimi dalgalarıyla. Asıl önemli olay bu zaten. Ve filmin tamamen fiziksel bir temeli oturtmasında da en büyük işi yapan kişi. Tabi burada durmuyor Kip Thorne. Interstellar filmi bu kadar ünlendikten sonra... ...Science of Interstellar adında bir kitap yayınlıyor. Ve bu kitap da best seller oluyor bunun yanında. Kitap kısmı benim çok hoşuma gitti. O da biraz önce söylediğim şeyden dolayı. Çünkü filmi ilk izlediğim zaman çoğu şeyi anlamamıştım. Filmi çok iyi anlamak istiyorsan bir de kitap oku diye bir şey atmış ortaya. O zamanlar bilseydim okurdum ama tabi çok sonradan öğrendim. Bu filmde ilgimi çeken diğer bir kısım da aslında filmin görüntü yönetmeni. O da Hollandalı bir adam. Adını unuttum. Onun seçtiği renkler, renk paletleri... Mesela o da şey yapmış. Filmin çoğu yerinde tabi analog kamera kullanıyor. Gün batarken ya da hani gün doğarken özellikle bütün sahneleri çekmiş. O mısır sahnelerinde bunları çok net hissedebiliyorsun. Yönetmen, görüntü yönetmeni, ses muhendisi ya da işte müzisyen... Bunların yanında bir bilim insanı bu filmin bu kadar güzel olması için beraber çalışmış. Çok hoşuma gitti. Öyle anlatıyoruz ki herkes aynı yerde bir araya gelmiş bir şekilde ve bize bu filmi hazırlamış. Bu kadar rastlantı olmaz. Galiba. Gelecekteki biz bir şekilde böyle bir filmi kendimize kazandırmışız. Şaka bir yana dediğin gibi yani fiziğine çok dikkat edilmiş olması her şeyden... O işin o tarafını da böyle kafamızda canlandırmaya ya da o tarafını da düşünmemize neden oluyor. Yani film aslında evet bir sevgiyle ilgili. Ana tema sevgi yüzünden gelişen bir şey ama içerisinde böyle bir sürü dokunmuş farklı farklı alan var. Bunlardan bir tanesi de dediğin gibi işin belki de Space Time denilen kısmı. Biz artık yeni boyutları algılamaya başlıyoruz filmin içerisinde. Hatta bir önceki bölümde de söylemiştim. Solucan deliğine girene kadar ki kısımla... Solucan deliğinden girdikten sonraki kısım apayrı. Onun bir de aslında görüntüyle ilgili bir nedeni de var. Solucan deliğine girmeden önce bütün sahneler doğrusal ilerliyor. Solucan deliğinden sonra da doğrusal ilerliyormuş gibi gösterilmesine rağmen... Aslında farklı farklı zaman çizelgelerini değiştiriyor. Aslında bir tanesi geçmişte bir tanesi gelecekte. Biz etkilerin işte gelecekte ikisinin etkisini gelecekte görüyoruz geçmişte görüyoruz vesaire ama... Solucan deliğine girene kadar her şey daha düz. Sanki çok normal bir film. Çok normal bir filmmiş izlenim uyandırıyor. Aslında burada bizim gördüğümüz doğrusal bir zaman var. Zaman hep ileriye doğru akıyor. Sonrasında biz bunun aslında ileriye doğru akmadığını da fark etmeye başlıyoruz. İleri doğru akamayacağını ya da akmasa bile bunun etkilerini görebileceğimizi görmeye başlıyoruz. Buna şey diyorlar. Era of time diyorlar. Yani hep sadece geleceğe doğru akıyor falan ama aynı zamanda da şey var. Geçmişle gelecek konusunda bir bilinmezliğimiz var insanlar olarak. Sen geleceği bilmiyorsun. İşte sadece şu anını bilebiliyorsun. Geçmişi de hatta biliyorsun belki ama hatırlayarak sadece hatıranda var edebiliyorsun. Ya da kitaplarla var edebiliyorsun. Kitaplara bir şeyler yazınca o işte geleceğe bir şekilde taşınıyor. Şu an gidip işte bir tane kitap alıp internet sitelerinin kitabını alıp okuyabiliyorsun. Diyorsun ki geçmişten geldi bu bilgi zaten. Bak görüyorsun falan böylece geçmişin var olduğunu bana söyleyebilirsin aslında. Belki de hatta o yüzden film Murphy'nin Odası'ndaki o büyük kitaplıkla başlıyor. Yani o kitaplığın bir olayı da var yani. Aslında o bilgiler falan orada durması, bizim Cooper'ın o deliğe düştükten sonra gördüğü o bütün kitaplıklar. Aslında orası bir tür nasıl diyeyim anılar, bilgi denizi. Hatta bununla ilgili bir şey var, olay var. O da şu bilgi o kadar çok artarsa ne olur? Yani şu an işte bilgi var değil mi? İşte hepimiz kitaplara erişim sağlayabiliyoruz falan ama binlerce, yüz binlerce, milyonlarca kitap var. Hepsini okumamız mümkün değil. Evet. Diyoruz ki işte son dönemde bu UGPT'ler falan çıktı da işte hepsini birleştirdi bir şekilde biz bir şey söylüyoruz gidiyor getiriyor. Ne kadarını getiriyor onu da bilmiyoruz ama işte bir şekilde getiriyor falan. Ama düşün yani bu bilginin daha da fazla olduğunu düşün. Yani evrenler kadar bilgi sakladığını düşün falan. Bunun içerisinden herhangi bir şekilde bilgiye erişim imkanın yok normal şartlar altında. Yani ne kadar çok artırırsan bilgiyi buna erişemiyorsun. Şimdi ben bunu geçmişte yorumladım. Diyorsun ki geçmiş var. O işte bizim filmde gördüğümüz. Gelecekteki. Aslında zamana erişimi olan. Bütün o anılara erişimi olan kişilerin gördüğü şey o. Kocaman bir okyanus var. İçinde küçücük bir kum tanesi var bir yerlerde. Ona erişmeye çalışıyorlar. Hiçbir fikirleri yok nasıl erişeceklerine dair. Aslında zamansızlıkla beraber gelen şey bu. Yani biz zaman okunu görüyoruz ya işte gelecek geçmiş falan diyoruz. İşte geçmişte bunları yaşadım. Gelecekte de bunları yaşarım. Şimdi de bu var. O bizim için iyi bir şey iken. Hiç zamanın olmadığı bir noktada. O bilgilerin içerisinde herhangi bir şey yok. Bilgilerin içerisinde herhangi bir şeye erişmen apayrı bir muamma. Ona da zamansızlıkla ilgili bir şey diyorlar. Yani ne kadar çok artarsa o kadar bilgi. Sen aslında o kadar çok duruyorsun şeyin içerisinde. Filmde de birazcık ona gönderme var. Filmde de şunu görüyoruz. O okyanusa erişimi sağlayan birileri var. Bizim algıladığımız o fizik bilmem ne falan onun ötesinde. Ama onlar bir şeye erişemiyorlar. Bir yere erişemiyorlar. O ana erişemiyorlar. Nereden bulsunlar falan. O ana erişmeyi de Cooper yapması gerekiyor. Bunu da asıl sağlayacak kişi de Murphy olacak. Ben bundan bahsederken şeyden çok hoşlanıyorum. Fiziği anlayıp temelinde yatan bütün o space time nasıl eğiliyor. İşte o nasıl neden farklılaşıyor. Neden yer çekim yere gidince daha az zaman geçirmene rağmen diğer tarafta daha fazla zaman geçiyor. Bu kavramlar güzel. Ama bu kavramları böyle bir kurgu içerisinde konuşmaya başlayınca iş artık şeye dönmeye başlıyor. Yani yeni bir şey. Bir şeyler üretiyorsun. Çok hoşuma gidiyor. O yüzden temeli sağlam olan bir hani film varsa bilimsel gerçekliklere dayanan. Onun üstüne daha güzel hayal edebiliyorum diye düşünüyorum. Burada ufak bir ekleme yapayım. Biraz sana karşı çıkacak gibi olacak ama. Mesela film içindeki tesserat aslında bir kurgu. Yani evet bir teori diyelim. Kurgu değil aslında. Bunun doğru olup olmadığını bilmiyoruz. Ya bir bilimsel gerçeklik var mı? Var kesinlikle. Ama doğru mu onu bilmiyoruz. Ama senin dediğine karşı olmuyor bu. Çünkü o sistem içerisinde kurgulanmış bir film. Ve o sistem içerisinde aslında her şey birbiriyle ötüşüyor. Ötüşmüyor. Niye ötüyorsun? Zaten o şeyin içine düştükten sonraki kısım zaten yok. Yani kimse de yok. Öyle bir bilgi de yok. Onu galiba oluştururken de yine o fizikçi arkadaşıyla beraber çalışarak bunu çıkartmışlar. O şey gibi yani o kabuğun içerisinde o Jack'teki insanoğlu ya da her neyse der. Böyle bir gerçeklik olmuş. Böyle bir gerçeklik oluşturabiliyorlar. Herhalde sadece onun içinde oluşturabiliyorlar filme göre. Ben oradaki sadece metaforu birazcık yorumladım. Yani hepsi kitaplık. Hepsi kitaplık. Yani neden kitaplık? Çünkü o kitaplık yani bir bilgiye erişmeye çalışıyorlar. Ve o bilgiye erişecek olan da Cooper ve kızı. Biz de bunu kitaplık olarak görüyoruz. Neden? Çünkü o bilgi dediğimiz şey aslında bizim için kitaplar. O yüzden aslında orada bir benzetme var ve metafor sonucu ortaya çıkmış bir görsellik var diye düşünmüştüm ben. Ve orada da yani Cooper kızı görüyor. Yani Cooper kızının sevgisi dolayısıyla mı yoksa Cooper mı çok sevdiği için kızını hangi birisinden dolayı biz o noktaya erişebiliyoruz onu bilmiyoruz ama filmin sonuna doğru hani kızın sevgisi dolayısıyla biz buna eriştiğimizi anlıyoruz. Çünkü eğer kız babasını o kadar sevmeseydi o saati oradan almazdı diyebiliriz. Hatta Cooper bir yerde şey söylüyor. Galiba annesiyle babasının söylediği bir şey miydi? Çocuklarımızın hatırası olmak için buradayız falan diye. Evet. Bir gün hatırası olmak için bıraktığı saat yüzünden aslında her şey çözülebiliyor gibi bir durum söz konusu. Bu arada bu anıyla olan bağlantı için bir film var geçmişte. Adlı La Jette Fransızca nasıl okunuyor hiçbir fikrim yok. İskele demek. Galiba kısa bir film böyle 20-30 dakika falan sürüyor. Film şunu anlatıyor. İşte dünyada bir savaş olmuş. İnsanlar böyle yerin altına falan saklanmışlar. Tekrardan işte bir şeyleri kurtarmaya çalışıyorlar. Tam o sırada da işte şeyi zaman yolculuğunu keşfediyorlar. Ama insanları geri gönderdiklerinde, geçmişe gönderdiklerinde bu olayların başlangıcını durdurabilmek için galiba insanlar aklını oynatıyor. Biraz önceki dediğim durumdan dolayı yani. Çünkü şey o kadar çok anı var, o kadar çok şey var ki hepsini bir anda alması insanların aklını oynatmasına neden oluyor. Ya da öyle bir şeydi tam hatırlamasam da. Ama sonrasında bir tane bir adamı buluyorlar. Galiba o adamı da işte hapishanede buluyor bir şeyler. Adamı gönderdiklerinde adam belli bir şeye gidebiliyor. Noktaya gidebiliyor. Bir iskele üzerinde durduğu bir noktaya gidebiliyor. Çocukken gördüğü bir tane kadın var. Kadının yüzünü çok iyi hatırlıyor. O noktaya gidebiliyor. O orayı hatırlayabiliyor. Yani iskele yüzünden hatırlayabiliyor. Tam o anda da zaten işte orada bir adamın ölümünü falan görüyor oluyor. Kadını görüp görmediğini çok iyi hatırlamıyor açıkçası. Sonrasında bu adamı kullanarak işte şey yapıyorlar. Yani çok fazla filmden bahsetmeyeyim ama adamın geçmişe gitmesini sağlıyorlar. Aynı zamanda GCD gidiyor falan. İşte bu şeyi nasıl durdururuz hani bu radyosunu vesaire. Galiba öyle bir şeyler vardı. Ve nasıl hani bu işin içinden çıkarız gibi bir şeyleri vardı. Geleceğe gittiklerinde, gelecekteki insanlar bunlara yardım ediyor vesaire. Ama o filmde de var. Yani yüzünü hatırlıyor. Var olup olmadığını bilmiyor ama o ana tutunuyor. Yani oradaki o duyduğu sevgiye tutunuyor. O anını görüyor. Bizim filmimizde olduğu gibi. Bayağı benziyor. Yani sevgi miydi tam hatırlamıyorum ama galiba orada bir şey vardı. Hatıralar hani sadece bıraktıkları etki yüzünden. Hatıralar. Hatırlanır gibi bir şey vardı. Yani normalde anılarım var. Yani dışarı çıkıyorsun köpeğini gezdiriyorsun geliyorsun falan. Bunları hatırlamayabilirsin yani gelecekte sonuçta her gün yaptığın belki eylemler falan. Ama bazen bazı şeyler çok büyük etki bırakıyor ve o etki yüzünden bunları sen hatıra olarak görmeye başlıyorsun. Bunlardan bir tanesi de sevgi olabilir. İşte Nolan'ın söylediği. Oh sevgiyle dönüyor her şey. Hatta Brandt de söylüyordu değil mi? Sulu gezegende kaldıklarından sonra döndüklerinde aşkın her yere ya da sevginin her yere dağılabilir. Ve farklı farklı yerlerde de olsa. Tekrardan bunu duyabildiğini. Çok ilginç bir çıkarım. Brandt sevgiyle ilgili bayağı şeyler söylüyor. Onların nedense hiçbiri aklımda kalmıyor. Biraz oturup onu tekrar hatırlamam gerekiyor. Yani şey tartışmaları falan çok net hatırlıyorum. Ama sevgiyle ilgili söylediği güzel sözleri nedense hatırlamıyorum. Ama Cooper'ın söylediği her şeyi hatırlıyorum. Filmi kesin paylaş. Bölüm açıklamasına yazalım. İsteyenler varsa oradan izleyebilir. İlk bölümde zaten Dust Bowl'dan bahsetmiştin onu da ekleriz. Brandt'in iki tane şeyini hatırlıyorum. Bir tanesi oradaki sahne. Orada şey söylüyor. Diyor ki sevgi dediğimiz şey bizim ürettiğimiz bir şey değil diyor. Yani galiba öyle bir şey vardı. Öyle bir sözü vardı. Bu bir şey de olabilir hakikaten. Yani nasıl zaman var. Sevgi de var. Sevgiyi biz üretmedik. Sevgi vardı onu kullanıyoruz. Anlıyoruz birazcık birazcık. Hani bir şeyi var bunun. İkincisi de sevdiği adamın gezegenine git. Söylediğinde aslında söylediği şey şu yani. Belki de bunun bir anlamı var. Cooper orada onu şey yapmıyor. Çok sallamıyor. Ne alaka diyor yani. Hani bununla mı gideceğiz. Yani sen sırf sevdiğin için mi gideceğiz diyor. Ama sonrasında kızını sevdiği için bulabiliyor aslında o şeydeki noktayı. Yani o da anlıyor bunun çok önemli bir şey olduğunu. Gerçekten de o gezegeni de buluyorlardı. Yani yaşam koşulu. En uygun yaşam koşullarını. Bu arada sulu gezegen dediğin gezegen de Miller'ın gezegeni. Şimdi aklıma geldi. Aynen ben hatırlayamıyorum tabii. İlk önce şey dedim. Man'in gezegeni galiba dedim. Çünkü orası da hani su var. Sonuçta ama donmuş orası herhalde buzlu gezegen derdim. Sonra da aklıma geldi. Arkam Cooper'ın Murphy söylediği o cümle o söz benim çok hoşuma gidiyor. İşte annelerin babaların çocukların hayatına hatıra yapmak için girmeleri. Aslında biz de kendi hayatımızı hatıra kendimizle ilgili hatıralar yapmak için giriyoruz. Bayağı kafayı yordum. Biraz da kendi üzerime baskı oluşturdum ama gerçekten hayatı olumlu yönde kendi hayatını olumlu yönde etkilemek için çok iyi bir söz. Filmdeki belki en iyi. Sözler değil. En iyi sahnelerden birisi değil. Ama benim üzerimde çok büyük etki bıraktı. Özellikle son zamanlarda birkaç kere arka arkaya film izlediğimde daha da o sahnenin etkisinde kaldığını hissettim. Daha da iç açı olmayan belki de bilmiyorum yani konuşmalar yapayım. Daha daraltayım seni. Şey olayı var. Yani aslına bakarsan işte zamanını görüyoruz. Üçte buluşalım. Beşte buluşalım falan. Gelecekte buluşuyoruz. Şu tarihte falan. Bir yere gideceğimiz zaman işte Ankara'da buluşalım. Amsterdam'a gelelim falan. Böyle konuşabiliyoruz. Bunların hepsini kullanıyoruz. Brand'in o açıklamasının üstüne söyleyeceğim bunu. Sevgi dediğin şey aslında böyle bir şey. Bunu da aslında kullanıyoruz. Birbirimize olan sevgimiz var. Bağlılık diyoruz. Sevgi diyoruz. Bir şeyler diyoruz tamam mı? İşte çok iyi arkadaşız diyoruz. Dostum diyoruz. İşte aşkım diyoruz. Bir şeyler diyoruz. Biz bunu kullanıyoruz aslında yani birbirimize bağlama için. Birbirimize böyle bağlanma için bunu kullanıyoruz. Biz birbirimizi sevdiğimiz için burada şu anda bu bölümü çekiyoruz mesela. Aslında o bizi bağlayan bir yapı. O zaman yani Cooper'ın söylediği şeyde de senin anıya dönüşebilmen için bunu kurgulaman gerek. Evet. Nasıl diyeyim? Yani çocuğun olmazsa. Bu işi buraya götüreyim mi? Çocuğun olmazsa senin o şeyini böyle götürecek başka bir yapı da yok. Anıyı götürecek yapı da yok. Bunu biraz düşündüm şeyden sonra da izledikten sonra tekrardan. Hakikaten çocuklarımızın hatırası olmak için burada olmamız gerekirken şu an olamıyoruz. Çocuk yok falan. O çok sıkıntılı bir durum gerçekten bence. Bir de bir yerde denk gelmiştim galiba. Yani bu dünyaya geliyoruz falan işte konuşuyoruz ediyoruz bir şeyler yapıyoruz koşturuyoruz bilmem ne falan ama sonunda öleceğini de biliyorsun. Ama sonsuz yaşayacakmışız gibi böyle sürekli anılar üretecekmişiz falan gibi davranıyoruz. Bir de onları sürekli hatırlayacakmışız gibi hiçbiri olmayacak yani. Hatırlar mısın biz WhatsApp'ta benzer bir şey geçen yıl konuştuk. Hatta şey dedik hani sınırlı zamanımız var. En fazlasını yapalım. Artık sadece hayatımızda hatıralar bırakmak için plan yapalım deyip izlandaya o zaman karar vermiştik. Evet aynen. Net hatırlıyor musun bu konuşmayı? Hatırlıyorum. Yani tam böyle mi konuştuk onu hatırlamıyorum ama. Tam olarak böyle konuştuk. Anı üretmemiz lazım diye konuştuğumuzu hatırlıyorum. Aynen. Neyse ya bunun üzerine çok konuşuyoruz. Herkesin kendine göre çok farklı düşüncesi vardır aslında. Biz burada ahkam kesmeyelim de tabii hissettiğimiz şeyleri söylüyoruz. O zaman Oscarlar deyip kapatalım Erkan. Benim Oscarlara karşı daha doğrusu akademiye karşı bir sinirim var. Ve bu sinir bu filmle beraber mi oluşmaya başladı ben bunu merak ediyorum. Film bir tane Oscar kazandı sadece. En iyi yönetmen en iyi oyuncu gibi şeyleri kazanmadı. En iyi görüntü mü kazandı ne kazandı? Ne kazandı hakikaten en iyi özel efekt gibi bir şey kazandı. Yok artık yani bunu mu kazandırdınız diyesi geliyor insanın. Ya benim Oscarlar konusundaki şeyim şu. Yani izliyorum filmleri çok beğeniyorum herkes çok beğeniyor. Ama akademi böyle diyor. Akademi böyle diyor ki hayır bu iyi film değil. Yani sanki kendileri çok biliyor hıyarlar. Neye göre veriyorlar nasıl veriyorlar o kısım benim için tartışmalı. Şimdi artık umursamıyorum çok fazla. Artık zaten umursayayım var mı onu da çok bilmiyorum. Her şeyi çok merak ettim. Hangi film kazandı? Bakalım 2014. Bu arada 2014 mi olacak 2015 mi olacak? İnternet siteleri herhalde 2015'te aday olmuştur. Çünkü 2014'te giriyor değil mi? Yok 2015'te olması lazım. 2014'te girirdiysen. Öyle değil mi? Değil mi 2015 adayları arasında olması lazım. Aynen öyle. Hemen bakıyorum. Best Picture. Best Picture'a girmiş mi? Best Picture adaylarını bulamıyorum yazık ki. Aa buldum. American Sniper, Birdman, Boyhood, The Grand Budapest Hotel, Imitation Game, Selma, Terror of Everything, Whiplash. Kim kazanmış? Bunu Birdman kazandı galiba değil mi? Birdman kazanmıştı. Tamam Birdman'a bakayım ama şey aday da mı olmamış Best Picture'a? Görünürde yok. 2014 adaylarına baktım. American Sniper aday ama bu aday değil mi? Ne kadar da mükemmel bir nomination gerçekten. Hani şeyi Boyhood için de diyebilirim. Yani ben Boyhood tamam iyi bir film. Terror of Everything, Whiplash yani Whiplash'ın aday olduğu yerde internet siteleri nasıl olmuyor? İnanılmazlar ya yani. Şu an ben de bakıyorum. Tekrardan hatırlıyoruz. 2014'te bakıyorum. 2014'te de tabii ki 2015'te olacak da. Eminim tekrar hani beynim reddediyor. Aday olmadığı bir dünyanın olması garip. Best Doctor'da da yok değil mi? Bak Best Doctor'da da yine American Sniper var. Abi yani bunların garizleri var yani. Best Original Score. Mesela Hans Zimmer orada alamamış. Kim aldı orada? Gran Budapest Hotel almış. İnanılmaz gerçekten yani bu şaka olmalı yani. Daha da komiğini söyleyeyim. 2016 adaylarına bakıyorum. Marslı var mesela hani. 5 yerde zaten gösterilmiş. Çok ilginç yani. İşte ondan sonra bak benim. Neden böyle bir tepkiye sahip olduğumu görüyorsun. Best Director'da mesela hiç yok. Boyhood'un şeyi var ki ozak. Birdman'inki kazanmış. Yani kimler kazandı artık? Imitation Game ne alaka yani? Gerçekten ne alaka? Imitation Game güzel bir film. Oscar'a aday yapabilirsin tamam ama. İnternet sınırı yapmadığın zaman sorgularsın yani. Best Director'da Foxcatcher falan var yani. Yani Best Director'a nasıl Nolan'a aday yapmıyorsun mesela? Bu çok ilginç değil mi? Bak biraz önce bir sürü bir şeyden bahsettik yani. Nasıl kurgulardan bahsettik neler neler. İçerisinde yok yok. Beğen beğenme yani. Bilim kurguyu beğenirsin beğenmezsin. Bu şey bir şey değil. Bir öznel olması gereken bir durum söz konusu değil. 2025 adaylara açıklandı geçen. 2024 ya da. O adaylara baktım. Hiçbir filmi bilmiyorum. Hiçbir oyuncuların bir kısmını biliyorum da çoğunu bilmiyorum. Baya film sektöründen korkmuşum. Yeni filmlere karşı da baya bir soğuğum. Konuştuğum çoğu insan benim yaşımdaki aynı şeyleri diyor. Artık yeni filmleri sevmiyorum falan diyor. Galiba bizim bug'ımız bu. Her platformun bir şeyleri yayınlamaya başlamasıyla beraber filmler de böyle değersizleştirilmeye başlandı bence. Çok fazla olunca da insan hangi birini izleyeceğini şaşırıyor. İzlediklerinde de kalite olmuyor çünkü çok hızlı çıkmak zorundalar. Herhalde bunlar büyük problemler benim gözümde. Toplaması zor olacak halkan 3 bölüm oldu. İlk 2 bölüm filmi konuştuk. 3. bölüm eksik kaldığını ya da söylemeden ne demeyeceğimi söyledik. Bir şeyleri söyleyerek bir bölüm yaptık. Seninle konuştuğumuzda iyi oldu. Muhtemelen buna benzer birkaç film daha konuşuruz ileride. Geçen bölümün podcast kısmına videolar ekledik. O da değişik bir tecrübe oldu. Ne bileyim güzel oldu. İyi ki yaptık yani. İyi ki internet siteleri çekmişler. Biz de iyi ki konuşmuşuz. Delirtti bu 3 bölüm bana. Sen nasıl hissediyorsun 3 bölümden sonra? Çok iyi hissediyorum. Vaktinde aklıma takılmış, beni düşündürmüş, hoşuma gitmiş şeyleri tekrar tekrar düşünüyorum. O çok mutlu etti. Tekrar izledim birkaç kez. Sonra tekrar detaylarına baktım. Güzel oldu. Şu an daha kendimi ayakları yere basan bir internet siteleri izleyicisi olarak görüyorum. Daha önceden sorduğumda kaç kere izledim ben onu. Onlarca kez diyebilirken şimdi daha netim birçok konuda. Değil mi? Ne dedin artık kaşarlanmış internet siteleri seyircisi olmuşuz biz. Söylediğin birkaç şey çok hoşuma gitti. Onları duymak güzel oldu. Birkaç sahne özelliğinde ekstra konuşmak iyi oldu. Biraz önce konuşurken şeyi de hissettim. Filmin aslında felsefik kısmı ya da ne bileyim hayatını sorgulayacağında çok şey var. Hakan o zaman şöyle kapatalım. Bir sonraki film podcastimiz ne olsun? Aklında var mı bir şey? Yani sevdiğimiz filmlerden mi diyeceğiz yoksa? Ya aklına ne gelirse şu an. Yani biraz önce Birdman dedik. Birdman'ı konuşabiliriz bence. Hoşuma gitmişti diye hatırlıyorum. Başka ne var? Bu fazla şey olmadı. İştah açıcı olmadı. Daha sağ iştahlı böyle. Ne olabilir? Dur düşüneyim. Ben bugün düşündüm. İki film aklıma geldi. Tamam. Birincisi In Bruges ya da Benchies of Initiating olabilir. O iki filmi de çok seviyorum. İkisinden birine gidilebilir. İkincisi Arrival olabilir. Arrival internet siteleri'den sonra çok... Bayabilir bizi. Bir de şey çok hani nasıl diyeyim. Basit bir seçim olabilir internet siteleri arkasına. Üçüncüsünde hadi filmi ismini geçirmiştim. Manchester by the Sea olabilir. O filmi de yapabiliriz. Galiba In Bruges, Benchies ve Manchester by the Sea diyerek ben biraz daha böyle duygusal bir filme yönlendirmişim kafayı nedense. Şimdi bakıyorum. Anatomy of Murder olabilirmiş gibi geldi ama Barton Fink deyip duruyordum. Eğer izlemek istersen onu da bir bakabilirsin. Ama Benchies olabilir yani bana da okey. Sadece o biraz bana şey geliyor. Çok üzücü geliyor. Yani aslında toplumun... Çok. Nasıl senin kreativitesini, yaratıcılarının içine ettiğini nasıl gösteriyor yani onu anlıyorsun yani. O çevrendeki basit kişiliklerin senin o kreativitenin böyle aşağı doğru aşağı doğru çekmesini o her parmağının kesişinde anlıyorsun yani. O çok üzücü bir şey olmuştu benim için. Ama olabilir mi? Olur yani bunları anlatırız işte. Şimdi bakıyorum şöyle. Benchies'te ben şey gibi olmuştum ya. Babam ve oğlumdaki gibi. Artık belli bir noktadan sonra gözü yeşil tutamaz hale gelmiştim. Evet yani diğer adam kötü değil iyi. Ama sıkıntı yani inanılmaz. Bir taraftan diğerine mesela arada bir şey oluyorsun diyorsun ki bu ne kadar koki bir birey davranır ama adamın hissettiği şey aslında farklı. Valla bilemiyorum dur bakayım ya başka ne var. Ana antroji yapıyormuş antrojin filmi. Gangirl var. Gangirl baya bombastik olabilir. Gangirl iyi yani ilişkiler üstüne iyi konuşuruz orada bence. Monkey Man izlemiştim bu Hintli film de o da ilginçti. Rainy Day in New York diye bir sen film var. Timotiflan oynuyor izlemek istersen onu bir izleyip bir şey yapabilirsin. Ama başka çok önemli bir film yani şu filmi yapalım diyeceğim bir film başka yok gibi ya şu an aklıma gelmiyor. Bence bir backlog yapalım. Gangirl baya hoşuma gitti. Bu arada şeyi de yapabiliriz. Gangirl'ı çok seviyorum ben bu arada. Ben de. Ciddi mi? Aa sen de mi çok seviyorsun? Aa tamam. Tamam. Ben baya böyle beğeniyorum falan yani şey olarak. Yani görselleri de çok mutlu ediyor beni. Hikayesi de çok mutlu ediyor. Karakterlerin derinlikleri de çok mutlu ediyor. Hikayeleştirme de beni mutlu ediyor. Çok ilginç bir film yani. Bilmiyorum belki altından biz bakarken neler çıkacak. O göze bakınca her şey daha farklı oluyor değil mi? Aynen. Backlogumuzu yapalım. Bundan sonraki filmle de o zaman görüşürüz. Haber gelecek. Saksesyon döner zaten. Saksesyon döner. Araya yeni filmler atarız. Bu haftada herhalde Shogun geliyor. Ben altıyla gireceğim. Cuma gününe de Shogun'u paylaşmayı planlıyoruz. Harika. Teşekkür ediyorum Hakan. Çok güzel oldu. Ben de çok teşekkür ederim. Hakikaten iyi oldu. Görüşmek üzere o zaman. Hoşça kalın. Hoşça kalın.